20 Mart 2015 Cuma

Büyük Ala Balığın Hikayesi

"Beni deniz tutar."  dedi balık.

Sigarasından bi fırt çekti. Kabarcıklar çıkararak üfledi...

"İçim bulanıyor benim o kadar kocamanlıkta, Sonu bilinmeez, dibi görünmeez... Her an nereden ne çıkacağı hiç belli olmaz. Bi dalıp gidersem bi daha bulunamayacakmışım gibi sanki... Hem hafızam da yetmez benim durup sonradan kendimi hatırlamaya.

Dedim ya deniz "tutuyor" beni. İçine çekiyor bi yandan, bi yandan da içim almıyor işte... Acı acı, tuzlu suları. Binlerce kişi gözyaşını akıtmış sanki.

Hüzünlü şey deniz...

Bunaldığında serinletiyor da, çok kalırsan boğuyor seni.

Tehlikeli bi de yani...

Sakinken çok huzurlu görünüyor, ama dalgalandı mı denge bozuyor işte.
Ne olduğunu çok iyi biliyorum da yeterince anlayamıyorum ne var ki...
Merak ediyorum bir yandan, bir yandan da umrumda değil. İşimdeyim gücümdeyim... Kulağım dalga seslerinde, ama burda da rahatım yerinde benim!" diyerek şairane bi tavır takındı balık. Ağzındaki sigarayı attı ve suyun içinde başıboş dolanmaya başladı.

İzmarit ağır ağır fanusun kirli dibine çökerken cama dayanan bir çift göz girdi gün batımında turuncu-mavi ışıldayan deniz manzarasıyla arasına.

-Bu!!! dedi küçük kız babasına,  parmağını cama; balığın burnuna doğru dayayarak...

-Bu olsun!

 "Ama gelemem ben" dedi balık jilet gibi bir kararlılıkla. "Dedim ya deniz tutuyor beni."

O sırada köşedeki masada oturup olup biteni izlemeyi kendine görev edinmiş bir şair, balığın sözlerini duymuşcasına cevap verdi içinden ona;

"Pencereden bakarsan denize, inanırsın güzel olduğuna mavilerin.
Korkman anlamsız ... Deniz bir şey yapamaz artık sana.
Çünkü bundan sonra rakının yanıdır anca senin denizdeki yerin."

Derken yaz sıcağında olay mahaline gölge etmekte olan yüklü bir bulut sıkıldı tüm bu iç sesleri duymaktan. "Amma abarttınız mevzuyu" dedi. "Aslında hiçbiriniz hiçbir şey değilsiniz. Ne denize aitsiniz, ne suyunuza, ne de kendinize... istirham ederim beni germeyiniz.
Gerginlik yağmur sebebidir bende!"

Ama artık çok geçti... Bulut yağmaya, insanlar kaçışmaya başladı.
Küçük kız balığı unutup babasıyla beraber hızla bir arabaya binip uzaklaştı.
Yağmur damlaları masa örtülerini ıslattı, kediler kuytulara sığındı. İnsanlar çil yavrusu gibi bir anda dağıldı. Bir tek şair kalmıştı, o da kalkıp aklına gelen bir şiirin peşine takıldı...

Manzarası açıldı yine balığın. Karşısındaki denize baktı. Yağmurun altında sakin sakin dalgalanırken deniz, balık fanusunun içinde ne kadar da ufaktı.

"Hala deniz tutuyor beni" dedi içinden. "Ama sanırım içimde yarattığı bu bulanıklığı da seviyorum ben."

Çıkardı, bi sigara yaktı. Kabarcıklar üfledi yine suya...  Sonra birden gülmeye başladı.Olmuş gibi görünen her şeyin komikliği sardı etrafını. Aklını çıkardı bi kenara bıraktı. Ardından dönüp yine denize baktı. Hem zaten 3 dakika sonra olan biten her şeyi unutacaktı...

"Her şey ne kadar da saçma" dedi.
"Garson! Suyuma biraz rakı damlat! Yanına da 3-5 dal roka at. Şöyle denize karşı bi kere de biz içelim güzelleşelim!"


Deniz sakin, deniz huzurlu, deniz serin, deniz suskun... balık baktıkça alıştı denizin dalgalarına.
İçinin bulanıklığı yerini yumuşak bir sakinliğe bıraktı.Anlamadığı yerde başa sarıp haline gülmeye başladı.
Hiçbir şeyin hikayesinde yağmurdan sonra herkes evlerine dağıldı. Şairin masasında ıslanmış bir peçetede, dağılmış mürekkebiyle yarım yamalak bir şiir kaldı sadece geriye...

"...gitmesem de bekler orada deniz..."

Yine sonuna kadar ciddi ciddi okuduysanız eğer, canımsınız. O zaman bunu da  hakettiniz. ;)


                                               

12 Şubat 2015 Perşembe

İyi ki...

Beni sevdiğinden mi öyle söyledi yoksa cidden gerçek düşünceleri miydi bilmiyorum...
Ama "keşke" dedi, "Keşke çocukluğuma denk gelseydi... O zaman daha mutlu bir hayat geçirebilirdim belki."
İşte sonra, o an, sırf bu sözle durduk yere mutlu oldum ben. Hem de çok...
İçimden yeşil yeşil çiçekli, umutlu bir şeyler sürdü gitti...
Dedim, o zaman bu burda kalmasın!
Devam etmek lazım. ;)

1 Şubat 2015 Pazar

Bir Pazar Keyfi(!) Manifestosu!!!


Hep anlayışlı olmak zorunda değilim.
Hep iyi ve sakin kalmak zorunda da...
Büyük şeyler beklemiyor olabilirim evet, ama bu küçük güzelliklerden de mahrumiyetimi içermemeli.
Birilerine destek olabiliyor olmam bir duvar kadar sağlam olduğumu göstermez.
İnsanları yargılamıyor olmam da onlara tahammül etmem gerektiği anlamına gelmiyor.
Durduk yere bir anda her şeye ve herkese gıcık olabilirim.
Bi homosaphien olarak ben de sıkılabiliyorum.
Bağırırken karşı tarafı duymama özgürlüğüm var!
Neredeyse kırmızı gözlü yeşil bir canavara dönüşebildiğimi görüp vicdanıma oturan öküzlere boynuzlarında dünyamı taşıtıyorum ben.
Ayrıca tüm delirme haklarım saklıdır.
Şartlarım tamam evraklarım tam!
Yarınımda olmak zorunda değilsiniz, ama bu günümün de ucundan tutmayı beceremiyorsanız sizi pistin dışına alalım.
Çünkü öteki tülü ben zaten OYNAYAMIYORUM YERİM DAR!


Dip Not: Üzgünüm Bu Defa Pek Hoş Değil Konu!









30 Ağustos 2014 Cumartesi

Kahve ve Tarçın

Girizgah bulmak zor artık yazılara.
Zaten şu sıra başlangıçlarım hep çok yavan.
Başlasam gelişemiyorum. Gelişsem sonucum yok.
Konuya dair tek tesellim; böyle olan bir tek ben değilim.

Kime sorsam hayatı bok gibi. Hiçbir şeyin yolunda gittiği yok. Ama buna rağmen koyulan her fotoğrafta milletin ağzından kelebekler çıkıyor.
Bu nasıl bi hayat şekli işin aslı ben anlamadım.
Nereye kadar böyle?
-Mış gbi -Miş gbi derken, daha ne kadar adımları ters çevirip ileri doğru gidiyomuş gibi yapabiliriz ki.

Yoğun bir açlıkla kendimi plastik meyve tabağına saldırmış gibi hissediyorum bazen. Görüntüler çok gerçek, çok lezzetli; ama bi diş atıyosun içi boş, tadı yok. Hayatımdaki herkes saçma sapan plastik meyvelere dönüştü sanki. Muzlar, elmalar tabağımda fink atıyor.
Doğada ve hayatınızda yok olmadan 856 yıl kalabilen, ama hiçbir tadı, hiçbir anlamı olmayan cinsten...
Es kaza arada 3-5 tane gerçeği gelicek oluyor, onları da plastik sanıp yanına bile yaklaşmıyoruz. Sonrasıysa bi çürümüşlük, bi zarar ziyan hali işte.

Ben bu yüzyılın insanı değilim o açık ve bariz ortada. Tek sıkıntımız hangi döneme ait olduğumu bulmak. Hayatın devamına dair zaman zaman Veronica'nın ölmek istemesini haklı buluyor ama Sisifos'un azmine ve inancına da aynı derecede saygı duyuyorum. Öyle bi arada kalmışlık işte benimkisi. O sebepten göğüs kafesimle karın boşluğum arasına rahat bir berjer koltuk aldım. Bir abajur, bir kase çekirdek ve bir kupa da çay... Çok daralınca kendi içime çekilip fantastik bir dram filmi izler gibi dünyayı, akıp giden hayatı izliyorum. Yönetmenin kafası güzel, ama bakış açısı sağlam. Yine de bi sanat filmi ukalalığıyla sonunu hep havada bırakıyor. Ve ben yine anlam karmaşasına düşüyorum.

Aslında tüm derdimiz hayatı bir ucundan tutup anlamlandırabilmek değil mi ki?
Peki nerde o zaman arkadaşım bu hayatın anlamı?!

"Depends on" dimi.
Bence de...

Komşunun kızı aşkta sevgide arıyor hayatının anlamını. Yeliz Hanım kucağındaki bebeğinde...
Ahmet Bey kariyer basamaklarında... Hacıamca çektiği tespih tanelerini sektiriyo dizinde...
Bi kız tanıyorum, ahududu reçeli ve bi parça karaköy poaçasında hayatın anlamını bulduğunu iddia eden... Bi de bi çocuk var, sırt çantasına tıktığı göçebeliğiyle bastığı her yeni toprak parçasını anlamlandıran.
Ve şarkılar... Doğru yer ve zamana denk getirirsen aradığın anlama seni bi adım daha yaklaştıran.

Peki bu durumda ben nerde arıyorum şu leblebi kılıklı hayatın anlamını?!

-Şeyyy... Ordan herşeyli ve hiçbirşeyli karışık bi paket yapabilir miyiz lütfen? Garnitür misali; Şarkısı bol olsun!

Velhasıl kelam. Büyüdük büyüyoruz...
Büyüdükçe kocaman bir yokluğa "varmış" gibi yapıyoruz.
Yeterince inanırsak yine de bir şeyler olurmuş gibi... Hiçbir zaman gerçekten inanmadan, inanmış görünme konusunda Oscara adaylığımızı koyacak kadar da sağlam.
Çünkü; "Olursa seviniriz, olmazsa çok üzülmeyelim." in emniyet kemeri takılı içimizde.
Plastikten hayatlara çarpa çarpa nasır tutmuş her yanımız. Gerçek ve yumuşak olan ne varsa modası geçmiş.

Yine de bi yerlerde hayatın bi anlamı var. Ben genelde güneşli akşam üzerleri güzel bir müzik eşiğinde, açık havada kahve ve tarçın kokuları arasında denk geliyorum. Çok uzun sürmese de en azından tadını biliyorum.

Herneyse...
Kafamı açıp içimi daralttığım bir ana ortak oldunuz sayın izleyen. Artık yazının bittiği noktadayız.
Bir fincan zamanınızı aldım. Haliyle boş göndermek olmaz... bu şarkı da benden size gelsin. Hayatınızı bi parça lezzetlendirsin.
Güzel ve güneşli günler diliyorum. :)




15 Temmuz 2014 Salı

Bir penguenin şaşırma evresi...

Bazen insan herhangi bi günün, herhangi bi sabaha karşısında ve herhangi bir sebep olmaksızın aniden uykusundan uyanıp gözlerini sonuna kadar açabiliyor...( Neredeyse her ayrıntısını ezbere bildiği zifiri karanlık bir odada değişik bir şey görmeyi umarak.) Bi şeylerin olumlu yönde değişebilme ihtimali hala var mı bilmiyorum. Son yüzyılın vebası beni de vurdu sanırım; Umursamıyorum!

3 Mayıs 2014 Cumartesi

..Şeker Hamurundan Şarkılar..

     Lafı uzatmıycam sevgili okur.
     Evet hayat kötü...
     İnsanlar çirkin...
     Ülkeler ve onları yönetenler delirmiş...
     Yaşamlar sıradan, tatsız...
     Geçinmek zor...
     Evde tüp yok, çocuklar aç...
     Çocuklar ölüyor! ( ki burası en sıkıntılı kısım!)
     Ama yine de bir şekilde yaşıyorsunuz.

   Yaşarken şikayet etmeye ikame olarak yapabileceğiniz en iyi şeyse, bir şeylerle eğlenmeyi, bir şeylere gülmeyi, bi şekilde mutlu olmayı becerebilmek. Sonuçta ölücez abi,  bi bırakın ota boka üzülmeyi! Evet kolay değil biliyorum. Mutsuzluk dediğimiz şey gelirken kapıyı tıklatıp girebilir miyim diye izin de istemiyor ama, yine de onu bu kadar yatılı misafir yapmanın da alemi yok yani. Herkes bi haddini bilsin canım! 
Neyse... Şaka bi yana çok keyifli şarkılarım var benim. Sabah akşam bi ölçek dinleyince en azından beni kendi dünyamdan alıp uzaya fırlatan, ayda moonwalk yaptıran...
Sizde de aynı etkiyi yapar mı bilmem ama bence bi deneyin, bana kalırsa baya tatlılar. ;)
Bu arada belirtmeden geçemiycem şurda da değindiğim üzere şarkılarım namustur benim! =P Ona göre dinleyin =) 
( Bi de gözünüzü seviyim çocuklara ellemeyin! Onları üzmeyin, yıpratmayın, kirletmeyin! :( )

       













                                                       
                                           ve tabi ki son dönemin altın vuruşu