25 Aralık 2012 Salı

Ruh Obezi

İçimdeki dünyayı kusarsam rahatlayacakmışım gibi geliyor bazen.

Çok fazla gereksiz insan yemişim...
Çok fazla söz yutmuşum.

Midemde çürümüş bir sürü silüet. İçimde karşı tarafın alnına fırlatılıp, onu tek hamlede devirebilecek ama vicdan engelime takılı kalmış, eskimiş cevaplar.
Zamanla ağırlaşmışlar...

Öyle ki, ağırlıkları beni geriye çekiyor.
Adımlarım yok.
Ayaklarım hep çamura batıyor "Hayatım"a yürüyemiyorum.

Midem bulanıyor sonra. İçimdeki çürüklerin kokusu yakıcı. Genzim yanıyor...

Kaçmak istiyorum! Ama gidebileceğim tek yer yine kendim. Dünyam yine bana dönüyor... dünyam hep dönüyor. Midem bulanıyor...

Kendime katlanamıyorum.

Ben de zehirlenmişim.-zehirlemişler-
İçlerinin pisliği damarlarımda...
Sürekli yüksek ateş halindeyim. Huzurum kabullenemiyor.


Öküze özenip bütün bir gölün suyunu içen küçük bir kurbağa vardı ya... İşte öyle hissediyorum kendimi. Kocaman bir dünya yutmuşum, -yutturmuşlar-
Bana ait olmayanlarından.... Ne sindirebiliyorum, ne de kusabiliyorum olanları... olmuşları... olacakları...   Patlamama ramak var!

Ama inatla patlamıyorum!!!
Ruh obezi olmuşum. Zayıflayamıyorum....

30 Eylül 2012 Pazar

Fintasfenkinör

Susmayı önce hangimiz başlattı, hatırlamıyorum. Ama sustuk işte. Şahsen ben güzel susarım. O da fena susmuyor. Oysa söylenecek epey şey var. Yani, "artık konuşulacak bişeyimiz kalmadı" zamanımızda diiliz. Ama, ben sözcüklerimi tamire verdim. İçleri boşalmış, anlamları kırılmış, üzerlerine frekans kirliliğinin isi sinmiş. Öölesine, boş boş uçuşuyorlar havada. İçlerinden birkaç tanesini yakalayıp O'na söylesem.. "Saatlerimiz şu anda on altı kırk ikiyi gösteriyor, dışarıda kırkikindi yağmurları yağıyor. Ve vee ben sizi çok seviyorum.." Ha sittiriyim ordan yaa. İnsan, çok değil, bir tanecik sevgi sözcüğü söylemeye kalksa, salak bir program sunucusunun frekansına giriyor.
Ya boş bulunup O benden önce söölerse. Hafif ööle bi hali de var sanki. Demingözlerini kısıp burnunu kırıştırarak bişey sööliycekmiş gibi yaptı. Sakın kızım, sakın ha! Ne güzel susuyoruz şunun şurasında.
Hem o mimiği de yapma. Hülya Avşar mimiği o. Aslında farkındayım, arada bir ben de, şarkıcı Rafet El Roman'ın "Sorma nedenn" dediği andaki mimikten yapıyorum. Belki de önceden benim mimiğimdi o. Sonra iş yerinden bi teyze, "ayy tıpkı ööle yapıyosun" dedi. Hıyar teyze. Tabii ya, mimikler de gitti elden. Ama bunun sonu yok, belki de bu bir paranoyadır. Ne yani uzaylılar gelip gizlice yüz sinirlerimizi ve beynimizin konuşma merkezini ele mi geçirdi şimdi? Hayır. Peki bu bir nedir? Bilmiyorum; sadece içimden konuşmak gelmiyor. Şu anda konuşursak kirlenicez sanki. Yer yer mora dönmüş, sarılı yeşilli yapışkan bi şey saçıcaz ortalığa. "Yok canım, selpak almak istemiyorum, almıyım ben o kağıt mendilden." Git hadi çocuk. Ya da gitme. Ablanla geyik çevir, üç saattir konuşmuyoruz, daral gelmiştir kıza. Sana, adını, memleketini felan sorsun. Şimdi anlatamıycam ama, ben konuşursam yapışkan bir şey sarıcak ortalığı, kağıt mendil felan çıkarmaz onu."Noolur kağıtmendil al abi"ci çocuk, "ablasıyla" konuşamadan, çay bahçesinin garsonu tarafından okkalı bir küfür eşliğinde uzaklaştırıldı. Ben de içimden garsona sövdüm. Aslında, yalnızca sevgi sözcükleri değil, arada bir küfür de anlamını yitiriyor. Ne ki şimdi yani. Oysa ben eskiden, gizli ya da açıktan küfür edince belli belirsiz bir rahatlama hissederdim. Galiba önce askerde anlamsızlaştı. Erat gazinosunun sota muhabbetlerinde, eğitimde, ranza geyiklerinde, her yerde öyle çok küfürleşiliyordu ki, ama içinde hiçbir hınç yoktu. Çok doğalmış gibiydi. "Napıyon, bilmemneyine bilmemnaapiim?" Yanıt da aynı doğallıkta, "Hiç işte bilmemneyine bilmemnaapiim." Ama bi dakika. Doğrusu, küfür erbabı, "Sevgi işine girmiş" salak gazeteci ve televizyonculardan daha yaratıcıdır. Örneğin, "Konuşma lan bi tarafımın anteni, kurmakolu vb." gibi küfürlerde enikonu bir incelik, alttanalta tuhaf bir düşgücü var. Birinin ağzının tavanına salıncak kurup sallana sallana abdes bozmayı kim nasıl düşlemiştir acaba? Yok ama yok, küfürün bile daha içten sahici bitarafı var gerçekten. Ama bunun şu anki suskunluğumuzla bir ilgisi yok elbette. Yani, ben O'na sevgimi, duyumsadıklarımı DJ terminolojisinin dışında anlatabilmek için, kalkıp sunturlu bi küfür etmiycem heralde. "Kalbimin anteni, yürreğimin kurmakolu" bööle laflar da olmaz.Gülmüşüm. Düşündüklerimden olmalı. "Niye güldün?" diye sordu. Ya da ona benzer bişey söyledi. Dedim ya, o çay bahçesinde sözcük bulunmuyordu; örtünün üstündekiler, bardak kenarında yapışıp kalmış olanlar.. Başkalarınındı, önemli diildi, ben onları duymuyordum. Ama şimdi, yani, deminden beridir ööle güzel susuyordu ki. Biraz önce kurduğu ufacık cümle, artık her neyse o, işte o bile suskunluğunun güzelliğini bozamazdı. İnsana bööle güzel susmayı Psikolog Dr. Acar, Zuhal Baltaş çiftinin "Vücut Dili" kurslarında, "Sevgilinizi avcunuzun içine alın" konulu telefon hatlarında, hiç ama hiçbir yerde öğretemezlerdi. Susuyordu işte be, ilahe gibi susuyordu kız. Hiç bi yerlerden bakmadan, kendi kendine susuyordu. Ardından yine "Nooldu nevar" gibisinden gülümseyerek kafasını iki yana salladı. İçimden bir şey kurtuldu sonra. Neydi bilemedim, dilimin ucuna doğru, yaka yıka ilerlerken, içimin biyerlerinde yetişip, tutamadım. Kulağım, ağzımdan çıkacak şeye dikkat kesildi. O'na "Fintasfenkinör" diye bişey sööledim. Bişey işte. Ööle yani, ne biliyim.

Ağzımdan çıkanı kulağım duyduğunda, ben, kendimce ne demek istediğimi anlamıştım. Peki ya O? Anladı lan, vallahi anladı. Rengini çözemediğim gözlerinden tuhaf bir ışık gelip geçti, gülümseyerek başıyla onaylarken "Fintasfenkinör" dedi. Sonra.. Sonra yine sustuk.


-A.A-

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Higgs Top 5

Şimdiye kadar paylaşmaya kıyamadığım çok şarkı var, ama şunun şurasında kıyamete de bir şey kalmadı.
Protonlar salınımını tamamlayıp çarpışmış, üstüne bir de tanrı parçacığının parçacığı bulunmuşken ben hala neyin kafasındayım acaba? 
Artık benim de insanlık adına bir şeyler yapmamın vakti geldi!!!!(!)  
Değil tabi...
(Hayır, insanlar dünyanın bi yerinde mikro teknolojilerden bilmem nelerden enerji kaynakları bulup, aklımızın alamayacağı şeyler keşfedip üretiyor, biz burada bütün gün dandik bi ekrana kitlenip yok Tom Cruise ve David Beckham ın basılması, yok şunun selülitleri, yok bunun sevgilileri... carttır curttur saçma sapan geyikler çevirerek dünyayı kurtardığımızı sanıyoruz. Çok bozuluyorum bazen. =( 
Ne yalan söyliyim bilim insanlarını gördükçe kendimi aşırı faydasız hissediyorum. Hoş değil bu durum!
Neyse... ) 
Kıyamete son 6 dayken ben de size bi güzellik yapıyım dedim işte. Bari bu yolla birilerine iki gram faydam dokunsun. =p
Alın bakalım size "Sevdiğim kadınlar ve taptığım şarkıları".
Önemsiz insanların ulaşamayacağı yerlerde saklayınız, kıymetini biliniz!

Oh Land- Sun Of A Gun
                                                               
                                                                     
                                                                                Yani:
Şarkıları orda burda paylaşıp folloş etmeyin. Adam olun!
Öpüyorum.


Kimbra - Settle Down


The Do- On my Shoulders

                                                                   

  
Pur: Pur - Good For Nothing




Anna Nalick - Consider This


                                                                         


Dip not: Yazıların arkasındaki saçma beyaz arka plandan da bi kurtulamadım gitti yarrab! Ne biçimmişim.... =/ 


4 Temmuz 2012 Çarşamba

50 Metre Yüksekten içi Su Dolu Konserve Kutusuna Balıklama Atlama

Niye böyle oldu bilmem. Ama şu sıra hiçbir şeyin tadı yok. Yaz sıcağında kana kana içtiğin biranın kalmış ve ısınmış dibi gibi her şey...
Başlangıcını ne kadar seversen sev, sonu midenibulandırangillerden...
Eskiden sevdiğim yerleri sevmez oldum, eskiden sevdiğim insanları da... (Hatta daha negatif bi takım duygular besliyorum da denilebilir.)
İşin kötü yanı yenilerine de tahammül edemez haldeyim.
Kendimi bi yerlere koyamaz oldum.
İçime zaten sığamıyorum. 
Kafam boş... ama bir o kadar da dolu. 
Bari bi adım atıyım diyorum, bakıyorum önüm kapalı. 
Bi çeşit araf yani... (Araf da çok Elif Şafak tabiri oldu. =/ ayrıca araftakileri de kimse sevmez.)

Bildiğin saçmayım aslında. Böyle yazınca da çok edebiyat parçalıyormuş gibi durdum ama durum bu, yapcak bi şey yok. İç güveysinden daha pis yani halim. 
( Bu ara çok kitap okudum, onun etkisi var kesin. Hayatın anlamını çözüp çözüp akabinde de gidip bi çay koyuyorum. Sonrasında elimde fincan camdan bakıp gördüğüm, duyduğum, yaşadığım ve yaşanılan bi çok şeyi saçma ve anlamsız buluyorum. "Aman Allahım bu ne bohem!" =p)

Her boka bi cevabım var. Her şeyi ucundan az buçuk biliyorum. Bilmiyorsam soruyorum, saçma sapan şeyler öğreniyorum. Hiçbir şeye şaşırmıyorum. Zaten yapı gereği heyecanlandığım vaki değil.

Hepsini toplayınca ortaya ne çıkıyor? 
Kıravat takmış bir göt! =p 
Ya da onun gibi bir şey...

Kendimi ayaklardan bağlayıp 5 metreden bi havuza sallandırasım var. Ne biliyim belki o zaman açılırım. =D

Şimdi niye bu iç daraltıcı şeyleri yazıyorum. Bilmiyorum...
Ya da aslında biliyorum. Ama size söylemeye gerek görmüyorum. Öyle de ukalayım hala.

( Bu yazıyı okuyup içinden "olum çok mutsuz lan, ohh olsun sana" diyen insan var mıdır ki acaba ya?! Düşündüm ama bulamadım şu an. Neyse... Varsa da o kadar da mutsuz değilim lan, aşırı sıkılıyorum sadece... Ama Allah sizin başınıza vermesin kardeş hoş bi şey değil cidden. :p Hadi öperim anam iyi davranın kendinize. Hazır içimde bi "Güllü" yeşermişken, ben neşemi kaybetmeden tadını çıkarmaya gidiyorum. Bu arada  güllü demişken de yaslı başladım şen bittim olsun, şöyle bi şey var severek dinlediğim. Bu da benden size gelsin. Sağlıcakla kalın. =p =D)


25 Mayıs 2012 Cuma

Dam Üstünde Saksağan

Her şeyin ne anlama geldiğini ya da nasıl yorumlanacağını bilmemek daha iyidir, çünkü aksi takdirde olayları kendi akışına bırakmaya korkarsınız. Psikoloji, gizemi ve büyü niteliğini yok eder. Anlamlardan konuşmak beni çok rahatsız ediyor. Çünkü anlam çok kişisel bir şeydir ve herkese göre değişir... 


David Lynch 'in bu yazısını ilk okuduğumda inanılmaz abstirik bir tepki vermiştim. Üstüne de 3 saat filan gülmüştük herhalde...
Olur ya bazen; hani düşündüğün şeyleri söylemeye korkarsın. Gerek görmezsin belki de...
Sonra bir gün biri çıkar ve zihnindeki cümleyi sanki senden çalmış gibi, hem de neredeyse aynı kelimelerle çatır çatır söyler yüzüne... İşte tam da o anda meşrulaşır "düşünce".
Zaten bildiğin bir şey başka ağızdan dökülerek gün yüzüne çıkınca, sunduğun tez teori olmuşçasına heycanlanırsın ve sahiplenirsin fütursuzca.

David Lynch de bu sözüyle bende tam olarak bu etkiyi yaratmıştı işte...

Söyleyecek çok şeyim var aslında, ama söylemeyi anlamsız buluyorum...
Konuşmak ciddi anlamda yoruyor artık beni. İnsanların konuşmalarını duymak istemiyorum.
Ne yaptıklarını bilmek, nasıl yaşadıklarını görmek istemiyorum.

Başkalarını çatur çutur yargılarken kendi sözleri ve yaptıklarını görmezden gelebilme kabiliyetlerine şaşıp kalmak ve akabinde hayattan soğumak istemiyorum.

Artık öyle bir şey ki, annemin günlüğünde de dediği gibi " bazen düşünmekten yaşayamıyorum."

"Her şeyin nasıl yorumlanacağını bilmemek daha iyidir!"
Aksi taktirde bir noktadan sonra haklı olmak nefret edilesi bir şeydir.

Aslında daha aptal olabilmeyi dilerdim... Ya da biraz daha bencil!

Söylendiği gibi "empati" kurabilmek de iyi bir şey değil. Siz aldırmayın sakın Üstün Dökmen'e. O sınav stresiydi bilmemneydi filan, kendince konuşuyor boş beleş öyle...

Olaylara kos koca bir cam fanusun içinden bakmak istiyorsanız o ayrı tabi... Doğru ya da yanlış yok! Durduğunuz yer var sadece. Ve o noktada da herkes haklı kendince.

Ayrıca bu kadar kafiye de yeter bence(!) =P

Sonuç olarak artık bi susun lütfen sayın izleyen! Öyle çok konuşmayın.
Beni durduk yere, içimden içimden bağırtmayın!
Kendinizi bana bu derece tanıtmayın.
Seviyorsanız da düzgün sevin, efendi olun abartmayın! :)
Evet söyleyeceklerim şimdilik bu kadar, iyi geceler hoşçakalın.





18 Ocak 2012 Çarşamba

Marduk -Top 5-

Yıl olmuş 2012...
Marduk ve Mayalar arasında git gel kafalar yaşayıp, sonumuzu dev dalgalar ve gezegene çarpan kuyruklu yıldızlar gibi aksiyonik olaylardan beklerken, sabah haberlerinde boy gösteren; her 3 evden birindeki anlamsız cinayeti bir magazin haberiymişçesine izleyeceğimiz, yeni ve umut dolu(!) bir yıla daha merhaba diyin gençler. Aslında bu konularla alakalı söyleyeceğim çok fazla şey var ama ilk yazı için çok karamsar olmak istemiyorum.
Yılın ilk yazısını daha sempatik şeyler üzerinden götürmeye karar verdim...

Şu hayatta tanımadan sevebildiğim çok insan var benim.
Bi şekilde güldürsün beni, tek kelimeyle minicik bi anlam katsın hayatıma  ya da sevebileceğim ufacık bir şey keşfettirsin yeter. Belki bi çeşit minnettarlık duygusu bendeki bilmiyorum... ama o saatten sonra o insanaları durduk yere seviyorum. Çok değil belki ama yine de olduğu kadar...bi miktar.

Aslında daha önce bahsetmiştim, müzik konusunda bencilimdir ben. Sevdiğim şarkıları öyle hemen herkesle paylaşamam, herkese dinletemem. Gıcık oluyorum çünkü... Beğendiğim şeyleri alakasız insanlar dinleyince, anlamadan, anlamlandıramadan beğenince falan tahammül edemiyorum.
Daha açık söylemek gerekirse, sevdiklerimi sevmediklerim sevince ben sevmekten vazgeçiyorum. Öyle de pis huyluyum işte. (Bu arada Can Bonomo'nun Eurovision' a gitmesine de acayip sinir oldum. Ben onu Mehmet Tez den okumaktan keyif alıyorum, magazin programlarında izlemekten değil. Eurovision sonrasında liseli ergenlerin mp3 lerinde Can Bonomo ve Tan Taşçının şarkılarının aynı klasörlerde yer aldığı, halk konserlerinde başlarına I Love Can Bonomo yazan bandanalar bağlayan türbanlı kızların çığlık attığı sahneler geliyor gözümün önüne ister sitemez ...ve ben bu görüntüler eşliğinde daha tam tadına varamadan, kendisini sevmek ve dinlemekten vaz geçiyorum tabi... =/  "Ne saçma!" deme hemen ordan bilmiş bilmiş. Saçma olduğunu ben de biliyorum... evet türbanlı kızlar olayını biraz abartmış olabilirim ama konserlere "kimmiş la bu bonomono, bi gidek de dinleyek bakalım bizi nası temsil edecek. " kafasıyla giden hırtların yan masasına oturup hayattan soğuyunca görürürm ben seni! Ben hayattan soğumaktansa Can dan soğumayı tercih ettim şu an :) )

Herneyse...Sadede gelicek olursak, ben bu yazıda bencilliği bi köşeye bırakıp sizinle çok sevdiğim bi kaç şarkıyı paylaşıcağm gençler. Sizin de sevebilceğiniz bi şeyler çıkar belki arada, belki siz de durduk yere sırf  "o" şarkı yüzünden beni seversiniz belli mi olur... :p

Kar, kış, kıyametken dışarısı.... işte size; loş ışık, tarçınlı çay ve sıcak bir battaniyeyle tadını çıkarabileceğiniz  5 adet kış şarkısı:
Hayrını görünüz efenim... ;)