9 Kasım 2011 Çarşamba

Elma Değil Ayva!

"Keşke olgunluk bir meyve olsaydı." dedi genç kız."
Anlamadım, nasıl yani?" diye karşılık verdi genç adam. "Meyve derken?"
" Basbayağı meyve işte. Ne biliyim bi portakal, bi elma gibi mesela. Ya da aslında daha çok ayva gibi. Evet evet ayva! Sence de sarı olmaz mıydı olgunluk? "
"Bilmem, hiç düşünmedim açıkcası."
"Bence kesinlikle sarı olurdu. Hatta aynı ayva gibi işte, nefesini keserdi insanın. Tadı da çok güzel olmazdı muhtemelen... böyle kımış kımış, kekremsi bi tat bırakırdı insanın ağzında. Dimi?"
"Hıı-hııı....öyle olurdu heralde...bilemedim.... Hem nerden çıktı ki bu şimdi?"
"Hiç. Öyle birden aklıma geldi. Yani olgunluk bir meyve olsaydı, hayat benim için çok kolay olabilirdi diye düşündüm bir an. Tek bir ısırıkta karşımdaki insan "olsa" mesela. O zaman kocaman bahçeli bir ev alıp arka bahçeme bir sürü "olgunluk ağacı" dikerdim. Gözüm gibi bakardım hepsine. Olgunluk bu kolay değil sonuçta. Emek ister, sabır ister... Yılda sadece bir kere meyve verirdi muhtemelen, o da her ağaçta en fazla 2 tane. Onlar da bi rüzgar yedi mi, hafif bi dona kaldı mı kuruyup gider, dikkat etmek gerekir."
   "Bakıyorum da sen baya yetiştirmişsin bu olgunluktan. Bıraksam nerdeyse ihracata başlıycaksın. İtalya' da iyi piyasası olur bana kalırsa bu meyvenin. Oraya da bi girişim yapabiliriz bence... Çinlilerin küp karpuzundan sonra, bu "olgunlukla" sallarız valla  tüm Avrupayı. Eeee ne diyorsun sermaye de benden bak! Ehehehehehe..."
   " Öyle bir meyve olsaydı ilk önce sana yedirirdim kesin! Hem o zaman anlaşamamız da daha kolay olurdu belki. Ayrıca o küp karpuz da Çinlilerin değil Japonların icadı!"
  "Ne fark eder canım ha Çin ha Japon. Karşına gelse ayırabilceksin sanki şu Çinli bu Japon diye. Laf!"
  "Bunu seninle tartışmamı beklemiyosun heralde... Saçma yani!
Açıkcası şu an yanımda böyle bir meyve olsa, gerçekten çok mutlu olabilirdim! Denek olarak da ilk seni kullanırdım işte... miss gibi. Sayemde hayatın düzene girerdi, ya da ne biliyim algıların falan açılırdı!
Aslında olgunluk yerine niyet edip ayva mı yesen acaba? Aynı etkiyi görebilirmiyiz dersin...Hı...? Nası fikir?"
   "Elmayı ayvayı bırak da sen, ne demeye çalışıyorsun bana onu söyle. İkidir lafı 90 dan çakıp duruyorsun, anlamadım sanma. Belli ki bi derdin var. Ne ergenlğimi gördün hem? Ne bu olgunluk muhabbetleri şimdi?"
  "Tamam alınma hemen, öyle aklıma geldi söyledim işte. Bazen çok bunalıyorum sadece... insanlardan yani. Ben ne kadar anlatırsam anlatıyım, beni o kadar anlamıyorlar ki. O kadar anlaşamıyoruz ki...
Başta acaba ben mi anlatamıyorum dedim, acaba sıkıntı bende mi? Ama farkettim ki hayır! Onlar anlamıyor bariz. Yani o kadar sabit fikirliler ki...çok yoruluyorum.
Hayır bi de bıkmadan usanmadan anlatmamı istiyorlar. Hep aynı şeyleri... Defalarca...
Değişen hiçbir şey olamadan hep aynı şeyleri....
Defalarca...
Ve hala anlamıyorlar. Öyle yani....
Anlatabildim mi?"
 ....
"Yaaaaaaaaaaaaağnniiiii.... şimdi ne desem, bilemedim ki. =/ "

"Neyse sıkma canını, ben anladım seni... :) Peki o zaman, bi soru daha: Bir meyve olsan hangisi olurdun mesela?"
"Bu gün de meyvelerden girdik, hadi hayırlısı bakalım....Bilmem bunu da düşünmedim, ama muz olurdum heralde. Çikita muz! afjklkghaljgsfk...! =D Sen? "
"Hıııııı.... çok komik gerçekten!...
Ben bir meyve olsaydım, elma olurdum büyük ihtimalle."
"İyi. Severim elmayı ben. Ayvadan iyidir en azından."
"Tabi ama, sen elmayı seviyorsun diye, elmanın da seni sevmesi gerekmez di mi?"
"O da doğru tabi. Ama bu yine de elmayı yiyemiyeceğim anlamında da gelmez şimdi. Yerim yani ben elmayı her türlü. Beni sevip sevmemesi  fark etmez, o onun bileceği iş. Aşhjklfskljfkdljk"
"Biz şu ayvayı yine de bi denesek mi diyorum? Hani bi ihtimal belki...Ya tutarsa hesabı  =S"
"Al işte yine!!!... Kusura bakma ama ben cidden anlayamıyorum seni! =/ "
"Neyse boşver. Ben de zaten anlatmaya uğraşmıyorum sana kendimi."

Dedi ve kalktı genç kız... bastı gitti, kendini vurdu sokaklara. Çapraşık kaldırımlarda ağlarken siz de bunu ciddi ciddi okudunuz ya canımsınız sayın izleyen! =D
Yukarda bi ciddiyet aramayın iş hukuku çalışmaktan kaytarıyorum sadece. Ama olgunluk meyvesi olsun isterdim şimdi yalan değil. Bi çok şey, çok daha kolay olurdu hayatımda. Bi ısırık alan olgunluk mertebesine ulaşsa mesela... Şahane olurdu gerçekten!
Çünkü söylediklerimin, karşımdakinin anladığı kadar olması durumu sinirimi bozmaya başladı artık son tahlilde.

Söylediğin şeyleri, yapmaya çalıştıklarını inatla anlamayan, ya da belki de anlamak istemeyen, bi rahat vermeyen ve darladıkça darlayan stayla lar sizin hayatınızda da mevcuttur illaki, tahmin etmek güç değil. Ama benim tahammül seviyem artık mağmaya yakın biyerlerde ikamet etmekte.
BİZ ARTIK HAYATA FARKLI YERLERDEN BAKIYORUZ VE BEN SENİNLE ANLAŞMAKTA CİDDEN GÜÇLÜK ÇEKİYORUM! demek istediğim insanların sayısı gün geçtikçe artmakta malesef .
Seviyorum hepsini tabi, sevmiyor değilim. O ayrı. Ama ne demiş şair: "sevgi anlaşmak değildir!"
Anlaşamıyoruz arkadaşım daha neyi zorluyoruz yani!!!!... diyemiyorum ama işte!
Üzmekten korkuyorum! Üzemiyorum, kıramıyorum ben insanları. Sonrasında çok daha fazla üzülüyorum çünkü. Kin falan da tutamam ben mesela, nefret de edemem. Çok nadir yani... 3 gün gıcık olsam 4. gün amağğnn derim, gıcık olmak da zor iş...
Vazgeçiyorum yani illa bi yerde, sonrasında sevecek bi şey bulabiliyorum. Tuhaf tabi... Bir Kıvanç Tatlıtuğ felsefesi olarak "çok sev"emiyorum belki ama yine de sevebiliyorum yani kendi miktarımca.
Zaten şu haytta bi ayıp etmeyi, bi trip atmayı bi de kur yapmayı öğrensem alır yürürüm de... Olmuyo yani. Valla olmadı gitti  =D
N'apalım. Bizde de format bu! =D Yalnız yazı çok uzadı ya.... Neyse o zaman kapanış şarkınız da bu olsun, konsepte uyduralım. Hadiöptmcanımsbye! :)

4 Kasım 2011 Cuma

Kediler Güzel Uyanır

Dün ölüm resmen burnumun dibinden saatte yaklaşık 100 km hızla geçtiii... ve gitti.
Bi de geçerken üfledi böyle suratıma serin serin, dalga geçer gibi.

Gözlerimi kocaman açıp, aramızdaki yarım adıma bile denk gelmeyen mesafeden baktım şöyle bi kendisine;
Hıııııııııııııııı.... dedim sonra.
Hı-hı!  Tabi!
Oldu.
Başka...?

Bir köşede, hayatımın uzun metrajlı gösterimini izletebilme potansiyeline sahip "yarım" adım, diğer bir köşede de zamanında verilmiş sadakalarım....
Gong çaldıktan sonra sadakalar daha ağır basmış olmalı ki sizin de farkettiğiniz üzere şu an hala burdayım :)

Aslında film şeridi mevzusunu bilmem de, o an saniyenin bilmem kaçta kaçında kafamdan geçen düşüncelerin sayısının, önümden geçen arabanın hızıyla kapışacak seviyede olması da enteresan bi durumdu tabi.
Şu insan beyni cidden acayip yani. Bildiğin bi tuhaf!
O an düşündüklerimi söylesem elinizi ayağınızı nereye koyacağınızı şaşırıp en sonunda bana bi tane patlatıp oturup gülersiniz yani... o derece!
Neyse ama, daha fazla ölümden bahsetmiycem, korkmayın.
Ölümden başka şeyler de var bu hayatta...Doğum var mesela... :P
Sonra İyi ki doğan insanlar var. Bazı bazı doğumlarının ve varlıklarının 3. tekiller için anlamlarının farkında olmazlar... Onlar kendilerini birer "Hiç kişisi" olarak görseler de aslında içlerinde çok fazla "iyi ki" barındırırlar.
Hem "yok" olmak "hiç" olmak kolay değildir zaten öyle... ama "bir şey" olabilmek de meşakkatli iştir. Ayarı iyi tutturmak gerekir. ;)
Bu yüzden bana öyle yokluklarla gelmeyin sayın izleyen. Çünkü siz en az bu yazı kadar varsınız! Kimse için değilse bile benim için varsınız!
Çok görmem çok gelmem çok aramam belki... ama esasında mütemadiyen aklımdasınız ;)
Ve İyi ki doğmuşsunuz, iyi ki de yanımdasınız.
Kediler güzel uyanır bunu da unutmayınız. ;)

26 Ekim 2011 Çarşamba

Bir dakika...

Mide bulantısıyla karşık bir iç huzursuzluğu var üzerimde... Gece uyurken yüzlerce böcek yutmuşum gibi. Göğüs kafesimden itibaren başlamışlar kemirmeye, sonra mideme çıkartma yapmaya gitmişler sanki.
Karın boşluğumda bitmek bilmeyen tuhaf bi karıncalanma hissi...
Ve hava o kadar gri ki, içime sığamıyorum.

Ben burda içime sığamıyorum insanlar benden kilometrelerce uzakta çadırlara, molozların altına ve hatta artık  vücutlarına sığamıyor.
Düşününce o kadar saçma geliyor ki. Bir dakika önce tek derdin akşama ne yemek yapacağınken, bir dakika sonra yaptığın yemeği yiyecek kimsen kalmıyor. Ya da zaten sen artık yemek yapamıyorsun.
Elinde bir patates soyacağı ve üstünde beton yığınları... Akşama deprem çorbası var, yanında da enkaz soslu cesetler.
Yıllarca didinip kurduğun yuvandan, gözünden sakınıp büyüttüğün çocuğundan eser yok artık. Sevgili ülkenin daha hiçbir anlmada şekillenmeyi becerememiş genç toprakları tek bir salınımıyla hayatını" yıkıp" geçiyor işte.
O kadar.
Komik bir hayalet hikayesinden bile korkarak gece annesinin koynunda yatan bir çocuğun, omzunda bir ölünün eliyle yaşamaya çalışmasından fazlası değil artık hayat.

O noktadan sonra bir dakika önce ne olduğunun bi anlamı yok. Bir dakika sonrasında hiç tanımadığın insanlarla aynı soğuk çadırın içinde aynı kuru ekmeğe talim edeceğin gerçeği var sadece. Çürük zeminlere oturttuğun hayatını senden komple çalabilecek, anlamlandırdığın her şeyi bir anda elinden alabilecek bir deprem gerçeği var. Bi de çok yardımsever olmasına karşın gerçek anlamda bir türlü organize olamayan, veya en kötü durumlardan bile kendine rant sağlamaya çalışan çıkarcı , yağmacı bir milletin.

Senin ülkende gerçek ihtiyaç sahiplerinin gönderilen yardımlardan faydalanması nadir görülen durumlardan. Şans meselesi hatta belki de...
Bir şeyleri düzgün yapabilmek hamurumuzda yok bizim.
Telaştan hava alanında bavullarını kaybedip ortalıkta koşuşturup aranan, şişman bi kadından hallice, yaygara kopararak iş yaptığımızı sandığımız anlar o kadar çok ki artık... koşuşturdukça başka valizleri de düşürüyoruz ve farkına varmıyoruz. Oysa birazcık sakinleşsek, gerçekten organize olup BAKIN BİZ YARDIM EDİYORUZ. DUYARLIYIZ! diye bağırmaktan öte yaptığımız işin hakkını versek gecikmeyiz belki de. İnsanlar ölmeden, acıkmadan, üşümeden yetişebiliriz. Cem yılmazın mukavvadan ev yapma muhabbeti gibi,  "gel ki burda yapılmışı var!" diye çıkarıp verebilsek keşke. Hazırlıklı olsak burnumuzun dibindeki olası felaketlere.
Önlem alıyoruz, "sigortalıyoruz"  denildiğinde "Hani nerde?" diye sorma gereği duymasak artık!! Her şey yerli yerinde olsa ve sorgulamasak biz de...

Ama nerde...
Burası Türkiye!
Kuzey yarım kürede, Avrupa ve Asya kıtaları arasında, 3 tarafı denizler 4 tarafı hüzünlerle kaplı kaygan zeminli bir ülke. Üstelik hiç bir uyarı levhası da yok üstünde.

Çok konuşan, çok yürüyen, çok ölen... sorunlarına temelli çözümler getiremeyen, günü kurtarmada birinci bir milletiz biz... verdiği canları misliyle almaya çalışan türdeniz. Bu seferki zararımızı da aile planlamasıyla kaptırız heralde.
Bundan sonra 4 çocuk yapın derler. Binalarımız çürük ama siz 4 çocuk yapın, onların başlarına bişey gelirse biz yapılan yardımları ithal mal olaraktan mağzalarda satarız, biraz üşürler ama olsun siz yine de 4 çocuk yapın. Canını dişine takıp okutursun okutamazsan en olmadı 20 sinde asker yaparız dağa bayıra yollarız. Vurulursa şehit olur ama olsun... vatan sağolsun. Bak bir oğlun daha var ne güzel işte...boşuna demedik size 4 çocuk yapın diye!

Herneyse.
Bir dakika sonra dünyanın başına yıklma ihtimali yok değil. Gel ki burda yıkılmışı var.
Günlük üzüntülerinin, kırgınlıklarının, kızgınlıklarının ve telaşlarının bir dakika sonra anlamsızlaşıcağını düşün bir an!
E bana bakma daha artık...yapılacak çok iş var, sen de en doğru şekilde tut birinin ucundan.


13 Eylül 2011 Salı

I'm the hero of this story!

 

İşte böyle bi şarkı var bu hayatta.
İlk dinlediğim anı hiç unutmadığım...

Evin bahçeye bakan balkonundaydım. Akşam üzeri, günün en sevdiğim zamanı.
Hani güneşin batmasına yakın hafif bi turunculuk olur ya havada, o an herşey huzurlu ve de neşeli görünür insana (yani en azından bana) işte öyle bi zamanda. Üzerimde mavi kazağım vardı. Mart ayıydı heralde tam hatırlayamıyorum. Hava açık, ama soğuktu. Balkonda oturuyordum.
Yalnız.

Bu şarkıyı nerden buldum bilmiyorum. Açtım ve birden ağlamaya başladım.
Kontrolsüzce...
Oysa ki o an ne üzgündüm ne de canım sıkkındı. Gayet normal, standart bi ruh halim vardı. Sakindim. Ne kafama taktığım birşey, ne de aklımda soru işaretleri...
Hatta dinlemeden 1 sn öncesinde neşeli bile sayılabilirdim. Ama şarkıyı duymamla ağlamam bir oldu.
Beni bu kadar ağlatacak ne vardı ki?

Hayır düşündüğünüz gibi değil. Hiçbir şey anımsatmadı bana. Kendi hayatıma hiç bakmadım bu şarkıyla. Kendimden birşey bulmadım, aramadım.Hiçbir sebebim yokken hüngür hüngür ağladım. Hatta öyle bi an geldi ki ağlamaktan keyif aldım.
Ama beni neyin, niye bu kadar ağlattığını bi türlü anlamadım.

Bazen bazı şarkıları anlamsız çok sevdiğim olur. O şarkıya neden bu kadar taktığımı bilmem.
Sözlerinden kendime pay çıkaramadığım, ezgisinden çok da tat almadığım bi şeyi niye bu kadar seviyorum diye düşünüp dururum her dinlediğimde. Daha doğrusu düşünüp dururdum.
Çünkü farkettim ki benim zamanında anlamlandıramadan dinlediğim her parça günü gelince o anki hayatımı tasvir eder oluyor. Yaşadıklarımla bire bir örtüşür hale geliyor. Yani bişey bana diyor ki " sen bunu bi bil, bi öğren, bi keşfet, peşini de bırakma. Bir gün gelicek bu şarkı sana iyi gelicek."
(Bu açıdan bakınca Demet Akalın dinleyip sevmediğime de memnunum aslında =) Neyse.)

Sonuç olarak bu durumu yaşadım fazlasıyla. O yüzden düşünüyorum şimdi... ben bu şarkıya niye bu kadar ağladım?
Çünkü o günden sonra bi daha hiçbir dinleyişimde tek damla ağlamadım. Ama istisnasız hep o anı hatırladım.

Bilemiyorum aslında, zamanı gelince bunu da öğrenir miyim acaba?
Ve umarım yine ağlamam sonunda....

10 Eylül 2011 Cumartesi

Bakma Öyle Sayın Seyirç

Kendimi sevmedim bugün...
Yaptıklarımı sevmedim...
Olanları sevmedim, durumları sevmedim.
Yargılamayı, sorgulamayı sevmedim.
Yanlış anlaşılmayı, yanlış anlatmayı sevmedim.

Çok kompleks düşündüm, ya da hiç düşünemedim.
Ben burnum akıyor derken karşımdaki burnum kanıyor anlamış göremedim.
Basit bir nezleye beyin kanaması teşhisi koymuşuz yeni farkettim.
Yanlış teşhis, yanlış tedavi...
Sonuçta hasta kurtarıldı, ama sakat kaldı.

Tüm bunlar olurken ben hep üşüdüm. Titredim hatta, ellerimi hissetmedim.
Bu demektir ki gerçekten önemsedim.

Ama şimdi sakinim, düşüncelerim net, vücudum ılık.
Ne istediğimdense kesinlikle eminim.

Elimden geldiğince toparlayıp bıraktım her şeyi. Yine de yeterince düzgün gelmedi şu an.
O yüzden ihtiyaç duydum bunları söylemeye, yazmaya. Aslında söylenebilecek pek bişey kalmadı veya çok fazla şey var bilemiyorum.Ama konuştukça batıyoruz, o yüzden hiçbir şeyi deşmiyorum.

Bazı hatalar yapmışım.
Küçük, minik...
Elimde olmadan, hatta teknik aksaklıklardan kaynaklanan...


Kendi basit sıkıntımı çözmeye çalışırken birden kendimi çok karmaşık ve benden bağımsız başka bir sıkıntının ortasında bulduğumdan affalladım.
Ben basit anlattıkça işler karmaşıklaştı. Benzer durumlar aynılaştı.

Lunaparklardaki komik aynlar gibi.... Sen karşısında olduğun gibi durursun, o seni farklılaştırır ya, ona benzedi bi bakıma. Aslında herşey düzgündür ama yalnış görünür. Bi parça da komik hatta.

Herkes haklı bi yerde, yine aynı yerde hatalılar da...Birinin doğrusu diğerinin yalnışını düzeltmiyorsa eğer, yargılamak ve suçlamak anlamsız benim gözümde. Sızlanmak çok boşa...

Ben kendi hatalarımı (elimde olan veya olmayan, önemli ya da önemsiz hepsini) yeni farkettim. Onlardan dolayı da özür dilerim.Ne kadar art niyetsiz ne kadar masum olursak olalım yanlış gösterdiğimiz her şeyin sorumluluğu da yine bize ait sonuçta. Sonuçları bizim hayatımızda...

O yüzden gülmeyin sayın seyirç, bakmayın öyle bana... Televizyonlarınızı açabilirsiniz artık. Yine biraz daha büyüdük ve döndük biz  günlük hayatımıza.

19 Ağustos 2011 Cuma

Ben seni nasıl es geçmişim! dediğim bir şarkı dinledim az önce. Bira fm insan olup karşıma dikilse alnından öperdim kesin. Bütün sabaha karşılara yakışır bir fon buluyor illaki. Mis.
Uzatmıycam bu sefer. Buyrunuz efenim. Daft punk ı zaten severdim şimdi daha da bi bağrıma bastım =D

12 Ağustos 2011 Cuma

İsmimle Müsemma

Bu ramazandaki sahur(!) kuşağı programları nedir böyle? İçim şişti yemin ediyorum. Her kanalda fonda ney ezgisi, önde sakallı amcalar falan... Darlandım!
Az önce de Haber Türk'de Karşıt görüş diye bi tartışma programı vardı. Orda da şort giydiği için otobüste yumruklanan voleybolcudan bahsettiler. Amcalardan biri bu konunun tahammüle girdiğinden filan söz etti. Yolda öpüşen bir çift görürse, şortlu insanlar görürse buna tahammül etmek zorunda değilmiş, uyarılması, polislik yapılması gerekirmiş...
Bu insanlar neyin kafasında acaba?
Bi de nası çirkef var ya, tövbe esta...evlerden ırak. Şu halinle sana kim tahammül etsin be adam diyesi geliyor insanın. Kendi mantalitesinden yola çıkarak sıradaki yumruğu da ona göndermeyi uygun buldum ben açıkcası. Şöyle gelişine ağzına doğru....misss....

Televizyon lagalugacılarından yola çıkıp birazdan bahsedeceğim noktaya nası geldim inanın bilmiyorum. Lafın lafı açması gibi düşünce de düşünceyi açar ya, kendinize geldiğiniz son yerde çıkış noktanızı unutursunuz. İşte ondan.
Gidiş yolumu hatırlamasam da sonucumu beğendim. Enteresan bilgiler edindim.

Hemen paylaşıyorum...

Felix kedi anlamının yanında anka kuşu anlamına da geliyormuş mesela. Küllerinden doğan bir domestikliği temsil ediyorum demek bu bi bakıma benim açımdan. Yani Allah sonumu hayretsin...
Tam şeytanın bacağını kırdım derken kendimi evde çilek reçeli yaparken bulmam umarım. Malum benim evrenim çabuk secret lanan cinsten :)

Kedi de özgürlüğü, çabuk iyileşmeyi ve özgür düşünceyi simgeliyormuş. Domestikliğim eylemsel özgürlüğümü biraz bazen ksıtlasa da cidden içimde mırıl mırıl bi kedi var sanki. İnsanlar boşa benzetmiyor yani.
Bi de bu hayvanat rahatına düşkün, darlanmaya gelemez, güzel seveni sever, onu eğlendirmek için çoğu zaman bi yumak, bi çöp yeter  falan filan ya.... anlayın işte.
Bu konu üzerinde daha fazla açıklamaya gidip salaklaşmak istemiyorum zira :D

Son olarak da tesadüfen kuzgunun edebi dildeki anlamını buldum. Şaka gibi resmen! 9347 yıl sonra hort!
Geç edinilmiş bi bilgi oldu ama olsun, kayıtlarda bulunsun. Gün gelir lazım olur.
Kim 500 bin isterden bi telefon gelir kuzgun ne demek diye sorarlar öyle bön bilmiyorum demek olmaz :) Eğlendim yine gece gece 2 dir tadımız bitter- sweet. Hadi hayırlısı :D

Kuzgun: Büyüye yönelik bir anlamı vardır.Bilinmeyene ve öbür dünyaya yolculuğu simgeler.

O zaman sıradaki şarkı da benden size gelsin sayın izleyen. Süt kreması renkli sanatçı Yasemin Mori söylüyor. Kuzgun.

Gününüz aydın olsun. :)



19 Temmuz 2011 Salı

Home Alone Soundtrack ;)

Hayatımın hep bir fon müziği var şu ara.
Yolda yürürken, gece uyurken, otobüste giderken, temizlik yaparken, bu yazıyı yazarken...
Hatta bazen öyle zamanlar oluyor ki, hayatımın ritmi fonda çalan parçanın ritmiyle paralel seyrediyor.
Slow motion anlarım var benim! :)
Bi tür bağımlılık gibi oldu aslında bu, korkutuyor bazen.
Her anımın, her duygumun, her düşüncemin arkasında bi şarkı gizli.
Sırf bu yüzden bile, hayat o kadar somut ki!!!
Her şey biribiriyle eşleşmiş, her şeyin anlamı belli...

Offfff!!!
Beynim çöplük gibi oldu resmen. Bira fm de sağolsun "evde tek" olmamın acısını cayır cayır çıkarıyor benden! :)

Napıyım ama evimi özledim ben. Bıktım öyle evsizler gibi göçebe yaşamaktan. Orda burda kanepe köşelerinde uyumaktan, hatta uyuyamamaktan.Yatağımı özledim... odamı özledim...
Hem evde tek olmaktan falan da korkan biri değilim ki ben. Seviyorum yalnızlığımı. Kime ne yani. Rahat bıraksınlar beni!

Gerçi bu sefer bişeyler biraz daha farklı, sanki burda biraz daha yalnızmışım gibi.
Ne garip.
Tuhaf bir boşluk var. Küçükken korkunca saklandığım yatağımın altı yokmuş gibi sanki. Biliyorum saçma bi benzetme oldu ama öyle yani, daha farklı anlatmazdım.
Değişik bi güvenlik hissi vardı ve farklı bi aitliği...  bir de bi parça masumiyeti, çocukluktan kalma olduğundandır belki, bilmiyorum. :) Şirindi yani, hop diyeydi, zıp diyeydi işte. Öyle kendi halindeydi.
Orası camların saydam olduğunu kimsenin bilmediği bi yerdi(!)  (bu söz için ilerde telif ödemek zorunda olmaktan gerçekten çok korkuyorum, ama gerekirse patentini de alırım yani. Beni her durumda güldürebilen nadir şeylerden, bildiğin seviyorum pencerenin kırılınca adının değişmesini, çerçeveleri filan ehehhee.) :D
Aheahhehhahae sinirim bozuldu yine gece gece fena halde ehehehe :DDDD Neyse ya ben gidiyorum.
Ve fonda da mutlu son  var.
İyi geceler sayın okur. Ben artık yatıyorum :D

8 Temmuz 2011 Cuma

Kıyamet Alameti

Uyuyamadım...Uyumak istemedim.
Arkamda babamın izlerken uyuyakladığı aptal filmin gürültüleri... (sinir bozucu)
Yine Amerika'da kopan kıyametler. Dev dalgalar, depremler, salgınlar...
Her telefonun sonunda "seni seviyorum Sarah." (Hayatım boyunca seninle ilgilenemedim ama şimdi ölücez ya, seni seviyorum Sarah. Bunu ne kadar çok söylersem seni o kadar çok seviyorum Sarah. Dünya batıyor kızım, kaç kurtar kendini. Seni yine seviyorum Sarah. Son söylediğimle sana olan sevgim biraz daha arttı.Hadi kaç Sarah. )

Çok zavallıca...

Gürültüden rahatsız olup mp3 ümü taktım kulağıma, içimden bi sayı tuttum (7) bu çıktı.  Anlamlı oldu şu noktada. Canımı yaktı yine, ama bu sefer farklı şeyler düşündürdü. Ölmeye yakın; insanlara, onlara olan sevgimi açıklamak zorunda olmak istemezdim. Hiçbir şey söylemeden her şeyi anlatmak isterdim. Ya da her şey zaten açıklamaya gerek duymasındı. Bilinsindi...

Dünya batarken, dev dalgalar bizi yutarken, tepemize göktaşı düşerken... bunu bilen kaç kişi olur ki?
Hepsini geçtim bunu şu an bilen kaç kişi var acaba?
Neyse. Sabah oldu. Ezanlar falan... Ben yatıyorum. Günaydın bu arada :)

3 Temmuz 2011 Pazar

Bi yerde bi sıkıntı var. Sıkıntı naber?

Elalemin sorununu 86 farklı boyutta inceleyip bir dolu çözüm yolu üretebilirken kendi hayatıma anahtar deliğinden bakıyorum herhalde. Yoksa bu kadar saçmalık çok fazla... Bütün stratejilerini kurallarını hilelerini bildiğim bir oyunu oynamak istemememin nesi garip acaba? Adı üstünde işte oyun! Stratejik yani. Ne gerek var.
Ben gerçek olan şeyleri seviyorum. Yalın seviyorum. Ne biliyim kalıpsız, şekilsiz seviyorum. Bunu anlatamıyorum bir türlü. Olduğu gibi olanı seviyorum.
Sırf öyle olması gerektiği için yapmacık tepkiler vermek hem anlamsız hem de değersiz bana göre. (Edilgenlikten ölüyorum! :p)
Şikayet etmeye hakkım yok. Müstahak aslında bana. Böyle böyle, bir gün ben de ıslah olurum elbet. Bakalım... :)
Bu sefer bi farklılık vardı...ama artık gidiyorum.  Ne de olsa yalnızlık ömür boyu... yapcak bir şey yok.
Giderayak bi kedi yavrusu bulsaydım iyiydi :) Neyse o da olur bir gün...kısmet bu işler.
Oldu o zamann...okbye ;)

23 Haziran 2011 Perşembe

Ton balığına denk şarkılar var bu hayatta!

Geçen yaz bi arkadaşım ortada dönen yemek muhabbeti sırasında, "Dolapta son kalan ton balığı namustur. Ellenmez!" dediğinde gülmekten bitap düştüm. Ciddiydi bi de, yüzdeye vurursak geyik oranı  %30 falan.
Artık burdan cüssesini de tahmin edin işte. Yemeğe düşkünlüğü almış yürümüş...onun için mutluluk nutella kavanozunda gizli.
Ama yine de saçma. Ne alaka yani namus... Ton balığından bahsediyoruz şurda altı üstü. İnsan o kadar önemser mi bunu yahu? dedim o sırada içimden.
Ama şimdi gel gör ki....


Hayır tabi ki, ben ton balığı sevmem bi kere. Deniz mahsülleriyle aram yoktur.
Benim namus diye addettiğim şey bi  teneke dolusu löp ete kıyasla daha soyut, yani soyut da değil de işte daha özel... ya da  herneyse.

Benim için "şarkılar" namus gibi.  (1. sınıf bi kıroyum şu an -namus falan-)
Ama öyle napıyım!  Gerçekten de bazı şarkılar benim için namus arkadaş! Kıskanıyorum yaaa! Bildiğin kıskanıyorum! Şu hayatta hiçbir şeyi, hiç kimseyi kıskanmadım şu şarkıları kıskandığım kadar. Artık ruh hastası mı dersiniz, obsesif mi dersiniz, manyak mı dersiniz ne dersiniz bana bilmem ama, durum bu yani. Yapcak bişey yok!

Bi bu konuda bencillğim tutuyor benim. Bazı şarkılar o kadar güzel ki, hem herkes bilsin hem de kimse bilmesin istiyorum.Hiçbir şeyi sahiplenmediğim kadar onları sahipleniyorum. Seviyorum...

"Bana nefes alan hiçbir şeyi sevme hakkı vemrediler ben de gittim şakıları sevdim(!)"
 (İncir Reçeli'nden de nefret ettim bu arada. Hayatımda izlediğim en samimiyetisiz aşk filmiydi yemin ederim. Ondan da bilahare bahsedicem. Çok zor aşkım diycem hatta. Ehehehehe =P )
Neyse...
Ben sevdiğim bi şarkıyı biriyle paylaştığım zaman o kişi benim için özel demektir mesela. O şarkı önemlidir. Bi süre sadece ikimizin arasında kalmalıdır, bi hazmedilmelidir, sindirilmelidir falan...tadı çıkarılmalıdır. Gidip hemen facebook da paylaşılmamalıdır en önemlisi! Yoksa ben bilmiyo muyudum onu facebook da paylaşıp elaleme dinletmeyi ortalık malı yapmayı, ama yapmıyorum işte. İnsan bi düşünür niye diye...
Valla sinir oluyorum ya. Bu şarkı çok güzel diye dinlettiğim kişinin akşamına onu facebook da paylaştığını görünce deli oluyorum bildiğin.Sol gözüm seğiriyo kafam 360 dönüyo, exorcisim e bağlıyorum. Bu beni ruh hastası yapıyosa ruh hastasıyım umrumda değil. Tek takıntım bu şu haytta, onda da artık kimseye müsama gösteremiycem kusura bakmayın. Çok sevdiyseniz de sevdiniz yani. İlla paylaşcam diyosanız da siz de sevdiğiniz birne yollayın. Ama bir kişiye ya da en fazla iki. Ne o öyle ortalık malı gibi hop diye facebooka koymalar, bi de sanki 85473963 yıldır biliyomuş gibi tripler. Aldığım şeyler 2 gün sonra metro altı modasının bi parçası olcak diye alışveriş yapmaya bile korkacak kadar popülerlikten nefret ediyorken, böyle bi konuda popüler ve göstermelik olan hiçbir şeye tahammülüm yok benim. İlla böyle bi çabanız olcaksa da içinde benden bi parça olmasın nokta. Sonu biraz sert oldu ama olsun...
Sonuç olarak ben kolay sevmem, sahiplenmem. Bi şeyi sahipleniyorsam da o bi şeklide hep benimdir, özeldir, paylaşıyorsam... değeri bilinmelidir. Bu kadar. Okbye!
(Şarkılarım namustur topuğunuza sıktırtmayın! =P )

18 Haziran 2011 Cumartesi

Hiç hoş değil durumlar...

Dün kafam kazan gibiydi, şimdiyse bomboş.
Doğru düzgün uyuyamıyorum da... Üst katta tadilat var. Haftalardır yaşayamaz oldum evde. Ben sabaha karşı yatıyorum, onlar sabahın köründe matkaplarla işe başlıyorlar. Tam da tepemde hadara hudara beynim deliniyo...
Şimdi de buram buram tiner kokuyo mesela odam. Üstüme bi ağırlık çöktü resmen, milyonlarca kafam oldu.
Halim yok, uykum var, tadım yok...

Hayat ne garip. Dün ilk defa bi cenazeye katıldım. Bi arkadaşımın babasının cenazesi. Ölüm haberini gecenin bi yarısı aldım. Şok oldum!
Kendimi soğuk kanlı zannederdim oysa ki. Korkmazdım, ürkmezdm ben ölümden... En çok muhabbet kuşum öldüğünde ağlamıştım, 4 gün boyunca niye beni bırakıp da gitti diye isyan etmiş hesap sormuştum el kadar hayvanın ölüsünden. Kendimi "ağlama odama" kapatıp günlerce yas tutumuştum. Çocuktum....

Biraz daha büyüdüğümde gerçek ölümle tanıştım. Dedem yoktu bu sefer, gitmişti biyerlere.... Bi de çok yakındık biz onunla, küçükken bazen beraber uyurduk geceleri. Severdim dedemi, o da beni severdi. Öldüğünü ilk duyduğumda güldüm. Sadece güldüm. Hiçbir şey hissetmedim, hissedemediğime güldüm. Üzülemedim, ağlayamadım, konuşamadım...inanamadım ki...
Ne zaman evdekilerin halini gördüm, o zaman başladım ağlamaya. Ertesi gün tarih sınavım vardı. Oturdum ona çalıştım, sınıftaki en yüksek notu ben aldım, bi arkadaşımın doğum günü vardı onu kutladım.Bazıları doğar bazıları ölür dedim içimden, ne garip. Kaçtım evden durmadım o kalabalıkta. Cenazesine bile gitmedim.
Şimdi düşünüyorum da dünkü halime bakarak,  iyki de gitmemişim. Dedem kızmışmıdır bana bilinmez, ama o beni bilir, kıyamaz. Kızsa da gönül koymaz. Dedemin ölümü bana ölüm gibi gelmemişti, dedem sadece gitmişti o kadar...korkutmadı beni bu durum, dehşetli değildi, normaldi yani...hatta o kadar normaldi ki okuldaki hocalarım benim sakinliğime şaşıp bu kaybı içimde travmatik olarak yaşadığımı düşünmüşler, gelip konuşarak beni kendilerince rahatlatmaya çalışmışlardı. Oysa ben zaten rahattım. Sorun yoktu.

Ama dün geceki haber bana hepsinden daha dehşetli geldi nedense. Çok olmadıktı. Çok aniydi... ne biliyim işte yanlıştı, olmazdı! Duyduğumda içim çöktü. Bu nası bi tabir bilmiyorum ama öyle işte. Karın boşluğumda bişeyler langur lungur aşağılara düştü. Bi an yaşanılan o hissi tahmin edicek gibi oldum, durdum!Çok fazla bana...
Gecenin bi yarısı kendi babamı aradım. Önce konuştuk öyle hava, su... sonra dedim böyle böyle olmuş. "Allah rahmet eylesin" dedi. "Genç miydi?"
Bilmiyorum dedim. Fark eder mi...
"Hayat böyle, olucak bunlar, biz kimleri gömdük." dedi.
O zaman sen hiç ölme dedim içimden, ölme tamam mı!?  duydu mu bilmem, ama bence anladı.
Ben de kapattım, ağladım. Yine uyuyamadım...

Dünden kalma bi sahne var gözümün önünde. Aklıma her geldiğinde ayağmı yere vurup yüzümü çevirmek istiyorum. "Kıyamam" kelimesinin boşa gitmediği, sadece laf olmadığı bi andan.
Ben soğuk kanlıyımdır, kolay etkilenmem. -yalan bak!-
Ama çabuk toparlarım, uzatmam. -bu doğru işte.-
Gerginken gülümserim. Hatta gülerim... şu hayatta hissettiğim bi çok şeye gülerek tepki veriyorum. Ne saçma! Ama öyle, engel olamıyorum. Kendimi inandıramadığımdan belki de bilmiyorum, yine de gülüyorum işte...
Hayatı fazla ciddiye aldığımdan dışarıya karşı ciddiyetsiz bi duruşum var. En hassas konularda bile bi sırıtmalık pay bırakıyorum,elimde değil.
Bişeyler geçip gidecek illaki, üzülen insanların yüzündeki bi sırıtmalık pay da benim olsun o zaman. Bu konu da burda kapansın. Açamayalım bir daha, yokmuş gibi yapalım, hiç olmamış ya da bizden uzaktaymış gibi. Büyüdük yine... birden kocaman olduk. Birilerimiz abi birilerimiz abla olduk...

Uykum var, matkaplar tepemde, hiç hoş değil durumlar...ben yine gülüyorum.

(resim: şuşunun öyküsü)

2 Mayıs 2011 Pazartesi

İlk sayfada  güvercin hayvanını dayadı yine hayin google. Kurtulamadım gitti...
Bazen gerçekten geriye dönüp kendimi dövmek istiyorum ya! Hayır ne gerek vardı ki buna? Salaklığımın bariz kanıtları işte...
"Söz ağızdan çıkmadan önce sen ona sahipsindir, ama ağızdan çıktıktan sonra o sana sahip olur." derdi babam.
 -Bu adam her zaman haklı çıkmak zorunda mı acaba?!-

Popüler kültürün etkisinde kalmış bi gecelik can sıkıntısının eseri, şu noktada esaretimin ta kendisi sayın okur.
Tek gecelik saçma sapan bi ilişkiden  9 ay sonra, bir anda karnının burnunda olduğunu  fark edip panikle "Jake ı'm pregnant!" demek gibi bişey bu. Yani o derece unutmuştum ben o saçmalığın varlığını. Sonra öyle birdenbire karşıma çıkınca yaşadığım paniği anlatamam. Direk mideden vurdu. Böyle bi panik ve utanç dalgasını en son bi kaç sene önce yaşadığımı hatırlarım - ki onun sebebi bunun yanında hiçti- Bunun bi telafisi olabileceğini sanmıyorum...

En çok korktuğum şey birşeyleri değersizleştirmekken, bununla resmen her şeyi çöpe atmışım, hatta kör göze parmak yapmışım farkında değilim. Demek ki olabiliyormuş böyle şeyler...garip. Sakınmak faydasız biyerde. Değer dediğin şeyin anlamsızlaşması bir anlık.
Şöyle bi baktım da, çok ağır geldi ya. Kendi düşüncelerim bana bile ağır geldi...umarım 3. tekiller tüm bunlardan bi haberdir.
Aksi takdirde inanılmaz üzülürüm. Çünkü gerçek aslında böyle değil, bu sadece kötü bi bakış açısı. (O zamanlar 3,5 yaşında falandım heralde. Büyümek böyle oluyor işte.)
Sadece bana özel sandığım şeylerin bi anlık boşluk yüzünden Prens William'ın düğünü tadında olması hoş olmadı gerçekten.... ya da benimki daha çok Diana'nın cenazesi gibi, düğünle pek ilgisi yok, sevimsiz bir durum neticede. Neyse artık yapcak bişey yok. Sonrası hayırlara vesile...
Sonuç olarak nolur kimseyi mutsuz etmesin yaptıklarım, üzmesin, kırmasın...çünkü gerçekten gerek yok. Çünkü bişeyler değişir...çünkü...off... bi dolu şey işte. Üzgünüm sadece...
Bazen ne söylediğinden çok nasıl söylediğin önemlidir ya; işte ben ilk defa burada sağlam çuvalladım. Özür dilerim! =(

Şu yazıdan kimse bişey anlamaz umarım. Normalin dışında baya edebiyat parçaladım zaten ...o yeterince sinir bozucu.
Ama geriye dönüp baktığımda kimse bilmiyor olsa bile hatta başkaları için anlam ifade etmese de bi tek bunu değiştirmek isterdim. Tek pişmanlığım budur sayın hakim! Bu sebepten;
Yaz kızım...   =p

Aslında bu gün bunları yazmıycaktım ama bi an karşımda görünce yine, değinmeden edemedim.  Değinince de aslında ne yazacağımı unutttum. Çok tatlı oldu gerçekten.
Hah tamam!

Bi gün evlenirmiyim bilmiyorum. Hiçbir zaman evlilik hayali kurmadım ben. Öyle gelinlikler düğünler konuklar kaynana görümce muhabbetleri bana çok uzak gelen konular. Hoş kaynanaya görümceye gelene kadaaaar....
Neyse.
Hayalini kuramadığım hiçbir şey olamam derdim hep, olamadım da nitekim. Ama hayalini kuramasam da kendi düğünümle alakalı ilk kararı verdim. Düğün şarkım! Kendisi zaten hali hazırda bi düğün şarksısı.
(Hayır canım öyle her sosyetik düğünde çalan whitney housten ı will always love you gibi bişey değil tabi ki korkmayın!)
Adı "La galana i la mar" yani ispanyolca "güzel ve deniz" demek. Dinleyince ağlayası geliyor insanın.
Saçma belki ama adımı çok seviyorum belki de şarkıyı bundan dolayı çok sevdim. Ne biliyim. Yani ismim Deniz den başka bişey olmazmış gibi gelir bana. ( bu noktada anne ve babama buradan teşekkürü bir borç bilirim =))
Bilenler hemen peki Nurten i napcaz diye geçirmiştir içinden.  Ama karşı pencere insanım sayesinde Nurteni de benimsedim son dönemde.Seviyorum artık. Domestik yanımı temsil ediyor kendisi. Şahsına münhasır özgün bi karaktere sahip. Arada bi hortlatıp eğleniyoruz kendisiyle. Bi de temizlik yaparken çok sarıyor. =D
Neyse uzatmıycam daha fazla...
Muhtemelen evlenmem ama, yine de olur ya... dünya hali... çeyizlik bi kanaviçem yok, bari hali hazırda bi düğün şarkım olsun. O da olmuşken böyle olsun.  =)

25 Ocak 2011 Salı

Ergen Kafası

Bu ara uyumuyorum ben pek. Niye bilmiyorum ama uyumuyorm işte...
Film izliyorum, saçma sapan şeyleri kurcalıyorum, müzik dinliyorum, kitap okuyorum... ha bi de moron oluyorum pc başında...! ( ki o çok tatlı olmuyo tabi =p)
Neyse ben böyle uyumuyorum ya, orta son - lise hazrlık dönemlerimde benim gibi gece uyumayıp sabahın 5inde gayette bi gündelik hayat yaşayanlara VAMPİR derdim ben, o geldi birden aklıma. =) 
Bi de  cep telefonları ergenler arasında fena yaygınlaşmıştı o zamanlar... herkes birbirine "nbr" diyebilmek için gereksiz çağrılar atıp dururdu. Tam leşti yani!! Allahtan 5000 sms olayı çıktı da atlattık o dönemleri. (Şükürler olsun tanrıma!!) Neyse... İşte benim de bazı ruh hastası arkadaşlarım yok değildi tabi bu dönemler... 
Bahsettiğim naber nasılsın temalı anlamsız çağrıları sabahın 5i, gecenin 3ü demeden karşı taraf uyanır mı korkar mı diye düşünmeden cayır cayır kafalarına göre yollardı bu gençler. İşte "Vampir" dediğim tam olarak bunlar benim gözümde. Hele bazıları var ki tam dayaklık. Hadi çaldır kapat 2 sn neyse o bi derece de... bi bakıyosun adam sabahın dördünde tutmuş sana ödemeli atıyo! E tabi o telefon 8 saat aralıksız çalar...Anca sen uyanıcaksın daaa, onu kapatıcaksın daa bilmem kaçı tuşlıycaksın daaa, o-hoooo....
Sonuç? içine sıçılmış bir uyku!
Yani nası bi manyaklıktı o, nası bi düşünce yapısıydı, ben şu yaşıma geldim hala çözemedim yemin olsun. Ergen kafası işte, garip bi şey cidden... hatta tehlikeli aslında =/ =)


Ben düzgün bi cep telefonum yok diye bunalıma girdiğimi bilrim. Ergen halim şu an kullandığım cep telefonunu görse intihar ederdi heralde. 
-Ben boşa mı bunalıma girdimmmm??? Bunun için miydi tüm gözyaşlarımmmm!!!  Kazık kadar olmuşsun hala alamadın mı kendine düzgün bi telefon?!! 
diye sitem edip bi tane patlatırdı sanırım  yüzüme! 
Ahahah! korktum birden ergenliğimden fazla hiddetliymiş şu halime göre. =D 
Bi an düşündüm de... bu yazı ergenliğime de gider mi acaba??

Sevgili ergen Deniz, beni duyabileceksen eğer sana burdan seslenmek istiyorum; 
"Canım o telefon bi amaç değil bi araç emin ol. İlerde msj çekmeye bile deli gibi üşeniceksin, birilerini arayıp sormak tam bi külfet mesela. Zaten herkes sana bu arayıp sormamaların yüznden hayırsız ilgisiz yaftasını yapıştırcak. Bari bi msj çek diye yalvaranını görüceksin... o derece ilgisizsin yani bu telefon olayına! 
Acil durumlarda gerekmese yanında bile taşımazsın düşün artık.... 
O yüzden demem o ki bırak bu cep telefonu meselesi yüznden ağlayıp zırlamayı.Yazık vallahi gözyaşlarıma... =( Ama yok illa ben ağlıycam ergenliğimi sonuna kadar yaşıycam bunalıcam depresicem diyosan sen bilirsin.. ama bari git de bi aşık ol bi birinden hoşlan bi sevgili bul bişey yap gözünü seviyim... git de ona üzül n'olur ya! Senin geçmiş zamanda telefondu bilgisayardı carttı curttu takılıp da atladığın mevzular yüzünden şu an ser sefil oldum valla. =p
22 yaşına geldim hala ileri seviye domestiğim yani! Hoş mu şimdi bu yaptıığın hı söyle bakıyım hoş mu?
Her neyse ya tamam, yine de çok şikayetçi değilm sen bakma bana... ergenlik bu gelir geçer -hele sende çok daha çabuk geçiyo- o yüzden fazla da üzme tatlı canını, ya da canımı, aslında en doğrusu tatlı canımızı...;)
dip not: büyük konuşma otu boku çok eleştirme, sonra hepsi başına geliyo bak benden söylemesi. Ha bi de gitar çalmaya biraz daha erken başla ve bırakma olur mu beybi? Evet söyliyceklerim bu kadar yeniden görüşmek güzeldi neyse canımss öpüyorum seni, seviyorum da ayrıca. Dikkat et kendine görüşürz yine..." =)))
                                         
Veeeee  "back to the future".... Gidiyim de birilerini çaldırıyım bari. Nostalji olur en azından. Hem eğlenirim azıcık. Zaten vampir olmanın farzı bu napalım. Olmazsa olmaz yani, madem uyumuyorum.... her şey usulüne göre olsun di mi? =P
Ya o değil de... konu çağrı atmadan açılmışken değinmeden geçemiycem. Bu çağrı atmaların popüleritesinin "top" olduğu bi dönemde liseli bi genç yavrucağımızın numarası gizliyken (ve o bunu bilmezken) tüm rehberi çaldırıp sonrasında geri dönüş alamayınca kimse beni sevmiyo diye soğan ve sarımsak yiyerek intihar ettiği olayın bende yarattığı travmatik etki de az değildir hani...=/
bu çocuk neden intihar etti Dedim ya ergen kafası işte... en tehlikeli kafa!

18 Ocak 2011 Salı

Hayrolsun rüyamız =)

Ne zamandır kafamda profesyonel bi fotoğraf makinası almak var. 3-5 yıldır bunu belirli aralıklarla dile getirip duruyorum.Ama şu son bi kaç haftadır aşağıda da bahsettiğim yeni girişimler muhabbetiyle bu durumu da artık bi kesinliğe erdirdim. Yetkili mercilerle de konuştum onayımı da aldım. Artık gerekirse sorunlu ergen, parçalanmış aile çocuğu triplerine giricem bi de biraz yemicem içmiycem hatta şu çocuk oyunu dalgasına ekstradan kazanıp bişeyler biriktiricem ve en geç 6 ay içinde bi makine alıcam ben arkadaş! Yeter yani bu fikri icraate geçiremeden bu kadar süründürdüğüm... Düne kadar ne alıcam nası bişey alıcam yok canon dur yok nikondur derken bi türlü karar verememiştim ama dün gece rüyamda bana gelen paketin içinden cillop gibi bi Nikon D3100 çıkınca en sonunda kararımı da verdim hedefe kitlendim. Az kaldı az...yakında benimsin beybi =) 

17 Ocak 2011 Pazartesi

3 vakte kadar 4!

22 yaşıma gelip de bu kafaya hala nası bu kadar domestik olabiliyorum diye düşündüm dün gece.Peki sonuca vardım mı? Hayır! Ama olsun...dün sırf laf olsun diye gittiğim ve hayatımın en anlamsız 2. falını baktırdığım (ki en anlamsız ilk falı da aynı yerde baktırmıştım.Aptallık diz boyu yani!Benimki de bile bile lades işte.Neyse...) kadının söyledikleri boşa gitmesin diyerekten hayatımda yeni kapılar açmaya karar verdim... eğer gerçekten istersem olurmuş.
Ve sonuç olarak bu blog da istedim oldu! hadi bakalım neyse halim...