30 Ağustos 2014 Cumartesi

Kahve ve Tarçın

Girizgah bulmak zor artık yazılara.
Zaten şu sıra başlangıçlarım hep çok yavan.
Başlasam gelişemiyorum. Gelişsem sonucum yok.
Konuya dair tek tesellim; böyle olan bir tek ben değilim.

Kime sorsam hayatı bok gibi. Hiçbir şeyin yolunda gittiği yok. Ama buna rağmen koyulan her fotoğrafta milletin ağzından kelebekler çıkıyor.
Bu nasıl bi hayat şekli işin aslı ben anlamadım.
Nereye kadar böyle?
-Mış gbi -Miş gbi derken, daha ne kadar adımları ters çevirip ileri doğru gidiyomuş gibi yapabiliriz ki.

Yoğun bir açlıkla kendimi plastik meyve tabağına saldırmış gibi hissediyorum bazen. Görüntüler çok gerçek, çok lezzetli; ama bi diş atıyosun içi boş, tadı yok. Hayatımdaki herkes saçma sapan plastik meyvelere dönüştü sanki. Muzlar, elmalar tabağımda fink atıyor.
Doğada ve hayatınızda yok olmadan 856 yıl kalabilen, ama hiçbir tadı, hiçbir anlamı olmayan cinsten...
Es kaza arada 3-5 tane gerçeği gelicek oluyor, onları da plastik sanıp yanına bile yaklaşmıyoruz. Sonrasıysa bi çürümüşlük, bi zarar ziyan hali işte.

Ben bu yüzyılın insanı değilim o açık ve bariz ortada. Tek sıkıntımız hangi döneme ait olduğumu bulmak. Hayatın devamına dair zaman zaman Veronica'nın ölmek istemesini haklı buluyor ama Sisifos'un azmine ve inancına da aynı derecede saygı duyuyorum. Öyle bi arada kalmışlık işte benimkisi. O sebepten göğüs kafesimle karın boşluğum arasına rahat bir berjer koltuk aldım. Bir abajur, bir kase çekirdek ve bir kupa da çay... Çok daralınca kendi içime çekilip fantastik bir dram filmi izler gibi dünyayı, akıp giden hayatı izliyorum. Yönetmenin kafası güzel, ama bakış açısı sağlam. Yine de bi sanat filmi ukalalığıyla sonunu hep havada bırakıyor. Ve ben yine anlam karmaşasına düşüyorum.

Aslında tüm derdimiz hayatı bir ucundan tutup anlamlandırabilmek değil mi ki?
Peki nerde o zaman arkadaşım bu hayatın anlamı?!

"Depends on" dimi.
Bence de...

Komşunun kızı aşkta sevgide arıyor hayatının anlamını. Yeliz Hanım kucağındaki bebeğinde...
Ahmet Bey kariyer basamaklarında... Hacıamca çektiği tespih tanelerini sektiriyo dizinde...
Bi kız tanıyorum, ahududu reçeli ve bi parça karaköy poaçasında hayatın anlamını bulduğunu iddia eden... Bi de bi çocuk var, sırt çantasına tıktığı göçebeliğiyle bastığı her yeni toprak parçasını anlamlandıran.
Ve şarkılar... Doğru yer ve zamana denk getirirsen aradığın anlama seni bi adım daha yaklaştıran.

Peki bu durumda ben nerde arıyorum şu leblebi kılıklı hayatın anlamını?!

-Şeyyy... Ordan herşeyli ve hiçbirşeyli karışık bi paket yapabilir miyiz lütfen? Garnitür misali; Şarkısı bol olsun!

Velhasıl kelam. Büyüdük büyüyoruz...
Büyüdükçe kocaman bir yokluğa "varmış" gibi yapıyoruz.
Yeterince inanırsak yine de bir şeyler olurmuş gibi... Hiçbir zaman gerçekten inanmadan, inanmış görünme konusunda Oscara adaylığımızı koyacak kadar da sağlam.
Çünkü; "Olursa seviniriz, olmazsa çok üzülmeyelim." in emniyet kemeri takılı içimizde.
Plastikten hayatlara çarpa çarpa nasır tutmuş her yanımız. Gerçek ve yumuşak olan ne varsa modası geçmiş.

Yine de bi yerlerde hayatın bi anlamı var. Ben genelde güneşli akşam üzerleri güzel bir müzik eşiğinde, açık havada kahve ve tarçın kokuları arasında denk geliyorum. Çok uzun sürmese de en azından tadını biliyorum.

Herneyse...
Kafamı açıp içimi daralttığım bir ana ortak oldunuz sayın izleyen. Artık yazının bittiği noktadayız.
Bir fincan zamanınızı aldım. Haliyle boş göndermek olmaz... bu şarkı da benden size gelsin. Hayatınızı bi parça lezzetlendirsin.
Güzel ve güneşli günler diliyorum. :)




15 Temmuz 2014 Salı

Bir penguenin şaşırma evresi...

Bazen insan herhangi bi günün, herhangi bi sabaha karşısında ve herhangi bir sebep olmaksızın aniden uykusundan uyanıp gözlerini sonuna kadar açabiliyor...( Neredeyse her ayrıntısını ezbere bildiği zifiri karanlık bir odada değişik bir şey görmeyi umarak.) Bi şeylerin olumlu yönde değişebilme ihtimali hala var mı bilmiyorum. Son yüzyılın vebası beni de vurdu sanırım; Umursamıyorum!

3 Mayıs 2014 Cumartesi

..Şeker Hamurundan Şarkılar..

     Lafı uzatmıycam sevgili okur.
     Evet hayat kötü...
     İnsanlar çirkin...
     Ülkeler ve onları yönetenler delirmiş...
     Yaşamlar sıradan, tatsız...
     Geçinmek zor...
     Evde tüp yok, çocuklar aç...
     Çocuklar ölüyor! ( ki burası en sıkıntılı kısım!)
     Ama yine de bir şekilde yaşıyorsunuz.

   Yaşarken şikayet etmeye ikame olarak yapabileceğiniz en iyi şeyse, bir şeylerle eğlenmeyi, bir şeylere gülmeyi, bi şekilde mutlu olmayı becerebilmek. Sonuçta ölücez abi,  bi bırakın ota boka üzülmeyi! Evet kolay değil biliyorum. Mutsuzluk dediğimiz şey gelirken kapıyı tıklatıp girebilir miyim diye izin de istemiyor ama, yine de onu bu kadar yatılı misafir yapmanın da alemi yok yani. Herkes bi haddini bilsin canım! 
Neyse... Şaka bi yana çok keyifli şarkılarım var benim. Sabah akşam bi ölçek dinleyince en azından beni kendi dünyamdan alıp uzaya fırlatan, ayda moonwalk yaptıran...
Sizde de aynı etkiyi yapar mı bilmem ama bence bi deneyin, bana kalırsa baya tatlılar. ;)
Bu arada belirtmeden geçemiycem şurda da değindiğim üzere şarkılarım namustur benim! =P Ona göre dinleyin =) 
( Bi de gözünüzü seviyim çocuklara ellemeyin! Onları üzmeyin, yıpratmayın, kirletmeyin! :( )

       













                                                       
                                           ve tabi ki son dönemin altın vuruşu



21 Nisan 2014 Pazartesi

Işık Yılı Uzağa Posta

Yeterince cümle kurmuyorsun bence... Söylenmemişliklere merakın yok.
Ezberlediğin sözlerden ibaret hayatın.
Marketteki hazır yemek reyonlarından almış gibisin tüm yaşadıklarını. Isıtıp ısıtıp kendini yemişsin...
Son okuduğun kitabın, satırları fosforlu kalemle çizilmiş yıpranmış bir ders kitabı olma ihtimali korkutucu.
Biliyorum, biliyorum... hepimizin mecburiyetleri var.
Yine de aslında bi ara şu an durduğun yerde olmak istememiş gibisin.
O yüzden bendeki bu merak.
Yoksa emin ol uğraşmazdım. Aslına bakarsan, uğraşmadım da.
Sadece ben pek böyle şeyler yapan biri değilim.
Ama ben yapmasaydım, bunu senin için kimse yapmazdı.
Çok küçük, çok önemsiz ve hatta belki de gereksiz ama,
Kendine bi de dışarıdan bak istedim.
Gülmeye bahane arayan neşeli bir kızın gözlerinden..
Çünkü herkes bünyesinde gülünecek bir şeyler barındırır.
Bense seni hiç gerçekten gülerken görmedim.
Artık kapatmam lazım. Galaksiler arası çok yazmasın.
Benim dünyama neden bu kadar çok baktığını bilmiyorum.
Ama merak ettiğin bir şey varsa; bir gün sorarsan söylerim.
Sizin taraflar bana biraz karanlık, yörüngeler hep plastikten sanki...
Doğrusunu istersen, pek sevemedim.
Yine de bi gün tanıştırırsan eğer, en azından memnun olmayı denerim.
Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar.
Çocukken izlediğim, siyah biten pembe bi filmin etkileri aslında bunlar.
O yüzden bana uzak hayatlara bu yabancı müdehalelerim.
Biliyorum, 3 gün sonra:
"Aman tanrım! Gene leş gibi edebiyat parçalamışım!" diye bu yazıdan nefret edicem.
Ama esas söylemek istediğim, ben sadece merak ettim.
Bardağın dolu tarafına bi parça yanılma payı bıraktım.
Ve günün birinde beni şaşırtırsan eğer, buna sevinebilirim. :)